Bu siteyi yapan ve bu imkanı sağlayan "Yurt Dışında Yaşayan Vatandaşlar Danışma Kuruluna" Teşekkür ederim.
BEN ÖZÜR DİLEMİYORUM
diyenlerdenseniz, kampanyaya katılıp oyunuzu kullanarak destek olun! Oy Kullanma Formu
MOSİN-GAFLAN-ÖZÜRCÜLER ÇİZGİSİNDE BİTMEYEN HAYAL:
BÜYÜK ERMENİSTAN
"Mosin" Nedir Bilir Misiniz?
Ermeni Taşnak çetelerinin 1893'ten sonra kullanmaya başladıkları bir Rus tüfeğidir. Dedelerimizin, ninelerimizin çok canını yakmıştır. Bir çok insanımızı, kadın, çoluk, çocuk demeden haince öldürmüstür. 2700m menzillidir. Türklerde bulunan Martin Kapaklı, ve Berdan tipi tüfekler ise 1200m menzillidir.
Mosin kısadır; taşıması, kullanması, nakletmesi, öğrenmesi ve öğretmesi kolaydır. Daha sessiz atış yapar ve duman çıkarmaz. O zamanlar bizdeki tüfekler ise kocaman, hantal ve ağırdı. Üstelik çıkardığı gürültü ve duman ile askerimizin mevzisini belli ediyor ve menzil dışından Ermeni çeteler tarafından Mosinlerle avlanmasına neden oluyordu.
Bugünkü Türk-İran sınırındaki Derik Manastırı bölgesinde, Taşnakların yaptığı katliamdaki başarılarının sırrı iste bu Mosin tüfeklerinde saklıdır. Yirmi-yirmibeş Ermeni komitacısı, stratejik noktalarda pusuya yattıklarında, yüz kişilik bir Türk ve Kürt kuvvetini dudurabiliyorlardı. 1914 Sarıkamış'ta Taşnaklar bu şekilde Ruslara çok yardımcı olmuştu. 1915 Van isyanında da bu Mosinler onbinlerce Müslümanın canını aldı. Bir o kadarı da sakat kaldı.
Ermeni komitacılarının kurduğu çetelerden sadece birisi olan EDF (Ermeni Devrimcileri Federasyonu ya da daha yaygın adıyla Taşnak çeteleri) Osmanlı'dan ne istediği ve onu nasıl alacağı konularında hiç bir tereddüt içinde değildi: Batı Ermenistan (yanı Doğu Anadolumuz) isyanlarla ele geçirilecek ve bunu başarmak için de yaygın olarak örgütlenip Osmanlı ile sürekli silahlı çatışmalara girilecekti.
Osmanlı-Rus ve Osmanlı-İran sınırlarında tam 16 gizli noktadan ülkeye bu Mosinler sokuldu. Sadece Taşnaklar 1890-1895 arasında 13 kalkışma çıkarıldı. Hinçak, Ramgavar, Armenakan ve diğer Ermeni çetelerini unutmayın. 1895-1989 arasında bu kalkışmaların hem sayısi hem de şiddeti arttı. 1896 koca Osmanlı İmparatorluğunun başkentinde güpe gündüz Osmanlı Bankası basıldı. (Washington DC'de ABD Hazinesini güpe gündüz silahla basmaya kalksanız neler olabileceğini düşünebiliyor musunuz?)
Cüret o kadar artmıştı ki, artık isyan ve baskınlar Osmanlı'nın gözü önünde olabiliyordu. Serob (1891-1899 arasında 15 isyan), Gürgen (1896-1899 arasında 8 isyan), Mushegh (1890-1898 arasında 8 çatışma), Simon (nam-İ diğer "Azrayil"), Makar, Gevorg Çavuş Khan, gibi yüzlerce Taşnak çete reisi Mosinleriyle tüm Doğu Anadolu'da, ama özellikle de Kars-Van-Muş üçgeninde, Türk ve Kürtlere kan kusturuyordu. Verilen kayıplarımız çok fazlaydı.
1900-1914 arasında isyan ve baskın sarmalı daha da büyüdü ve vahşileşti. 1915'e gelindiğinde, Ermeni komitacıları artık koskoca Van kentini Osmanlı'nın askeri gücünden ve çoğu Müslüman halkından kanla koparmayı başaracak hale geldiler. Mosinlerle Muhsinlerimizi, Yasinlerimizi vurup Van'ı aldılar ve Rus'a teslim ettiler.
Bundan sonra da GEÇYER (Geçici Yerleştirme ~ tehcir) yasası geldi. Bin yıllık beraberliği bozan bizler değildik; Mosinleriyle Taşnaklardı, Hıncaklardı, Armenakancılardı, Ramgavarcılardı, ve bunlara destek olan diğerleriydi...
GEÇYER, kendini bir ölüm kalım savaşı içinde bulan ve arkasından hançerlendiğini gören bir ülkenin o koşullarda alabileceği belki de en akılcı bir savaş önlemiydi. ABD'nin onyıllar sonra bile Japon Amerikalılara ve hemen sonra da Nagasaki ve Hiroşima'ya yaptıklarını hatırlayınız. İngilizlerin kendi Almanlarına, Fransızların Alsas Loren Almanlarına, Sovyetlerin Kırım Türklerine yaptıklarını hatırlayınız. GEÇYERden önce ve GEÇYER'den sonra, tüm dünyada, ve özellikle de Avrupa'da ve Batı'da, yüzlerce binlerce GEÇYER kararı ve uygulaması olduğu halde,bugün neden hep Türkiye ağızlara sakız edilmiştir diye özürcülerimize bir sormak gerekir.
Biz Mosin'e geri dönelim.
Türk Tarih Kurumunun araştırmalarına göre Ermeni komitacılarının öldürdüğü Müslüman sayısı yarım milyonu geçmektedir. Bu rakam, aynı bölgede ölen tüm Müslüman sayısı olan 1,2 milyonun içinde ve bu 1,2 milyon rakamı da tüm Birinci Dünya Savaşında ölen Müslümanların sayısı olan 3 milyonun içindedir (Justin McCarthy). İçinden şehit, gazi, ölü, yaralı çıkmayan tek Müslüman ailesi yoktur. Bu 3 milyon içinde, orantıya vurulunca görülecektir ki en büyük kayıpları Türkler vermiştir. Acılarımız bu kadar derin ve bu kadar yaygındır.
Görülüyor ki, Birinci Dünya Savaşında çektiğimiz acıların, verdiğimiz kayıpların önemli bir kısmı (yanı yaklaşık altıda biri) "Büyük Ermenistan" hayali peşinde koşanların acımasızca kullandığı Mosinler yüzündendir.
YANITLANMAYAN TAŞNAK PROPAGANDALARI SONUNDA BİZİ BUGÜNE TAŞIDI
İçerde Taşnak-Mosinleri Müslümanları vururken, dışarıda Taşnak-sözcüleri bambaşka bir hava estiriyordu. Taşnakların 30 propaganda merkezinden dünyaya sürekli " fakir, açlıktan ölen, vergiden ezilen, zulümden katledilen, Hristiyan Ermeniler" mesajı ustaca geçiliyordu. Böylece Hristiyan aleminin gönül telleri titretiliyordu.
Erivan, Batum, Tiflis, Baku, Gençe Karabağ, Tebriz Kars, Erzurum, Van, Mus, Bitlis, Ahlat, Hatay, İskenderiye, Trabzon, istanbul, İzmir Kırım, St. Petersburg, Moskova, Sofya, Bükreş, Lefkoşa, Cenevre, Paris, Boston ve üç ayrı Kafkas kentinden dünyaya yayılan bu yalanlar maalesef hemen alıcı buluyordu, çünkü Türk'e Müslüman'a karşı zaten müthiş bir önyargı vardı.
Abartılı Taşnak hikayelerini dinleyenler "Türktür, Müslümandır, yapmıştır" önyargısıyla hiç sorgu sual etmeden bunları gazete ve dergilerine taşıyorlardı. Bazıları öyle inanmıştı ki, bu yalanları romantize eden, yok satan romanlar yazdı. Bunlardan biri olan Franz Werfel ölüm döşeğinde gerçekleri maalesef geç gördüğünü, yalanlara alet olup 'Musa Dağında Kırk Gün" kitabını yazdığı için pişmanlık duyduğunu yakın dostu Albert Amateau'ya söylemiş ve bir şekilde af dilemişti. Ama "büyük yalan" çoktan almış başını gitmişti.
Bizdeki romancılar gerçeklerin ortaya çıkmasında belki yardımcı olabilirlerdi ama onların da bir kısmı bu yalanlara sempatiyle bakmaya başladılar. Hatta bazıları bu yalanların üzerine utanmadan bir de roman yazdılar. Bugün bile böyle düşünen ve özür için imza toplamaya kalkışan bazı aydınlarımızın olduğunu üzüntüyle görmekteyiz. Onlar da Taşnak propagandalarına esir düştüler.
Türk'e hala kimse fikrini sormak gereğini duymuyor çünkü Ermeni yalanları artık bir kültür haline geldi. "Ermeni Hristiyandır, yalan söylemez. Türk Müslümandır, yapmıştır." anlayışı şimdi maalesef bu "özürcüler" kervanında ses buluyor.
İşte bu kampanyalar, bu yalanlar bizi bugünlere taşıdı. Biz işe, "Kan ve kin dursun, yeni kurduğumuz ülkemiz kalkınsın, barış içinde hep beraber refaha ve mutluluğa ulaşalım." gibi asil düşüncelerle hep sustuk. Konuşmadık. Cevap vermedik. Anlatmadık. Dünya kamuoyu ise "Türk sustuğuna göre herhalde suçlu" diye düşündü. Ermenilerin cüretleri arttı. Yalanlar aradan geçen zamanda dallandı, budaklandı. Öyle ki ölülerin sayıları bile ikiye, üçe, dörde, beşe katlandı. Artık kimse " 1919 Paris Barış Konferansı raporlarında 200,000 olarak gösterilen Ermeni ölü sayısı, nasıl olur da 2008 de bir buçuk milyona ulaşır? Ölüler hiç çoğalır mı?" diye sormuyordu. Mantık hislere, gerçeklerse yalanlara teslim bayrağını çekmişti.
O halde, Mosin, "Büyük Ermenistan" hayali ile girişilen kanlı bir kalkışmayı en iyi temsil eden semboldur.
Mosin, canlarını Taşnak çeteleri ellerinde işkence ile veren yarım milyondan fazla Müslüman'in acı sonlarının da ironik bir sembolüdür.
"GAFLAN" NEDİR BİLİR MİSİNİZ?
Şimdi teybi ileri saralım ve 1994 yılına gelelim. Sovyetler Birliği çökmüş ve Ermenistan daha yeni bağımsızlığını kazanmıştır. Ülkelerini imar edeceği, halkını kalkındıracağı ve vatandaşlarına refah ve mutluluk getireceği yerde, yine o "Büyük Ermenistan" hastalığı ve hayali ile yanıp tutuşan Ermeni liderler ne yapıyor? Önce Karabağ'a arkasından da Azerbaycan'ın diğer bölgelerine saldırıyor.
Bu sefer ellerinde Rus Mosinler yerine Rus tankları ve Rus danışmanları vardır. Azeri halkını kırıp geçirirler. Birçoğunu öldürürler. Bir milyon kadarını silah zoru ile evlerinden kaçmak zorunda bırakırlar. Propagandayı gene unutmazlar. Ama bu sefer kendimizi 'Gaflan" denen yepyeni bir olgu ile karşı karşıya buluruz.
Gaflan, Ermeni askerlerinin öldürdüğü Azeri'lerin cesetlerini arkada iz bırakmasınlar diye yakıp yok eden ekiplere verilen bir addır. Hitler'in Nazileri Yahudileri canlı canlı yakıyorlardı; Gaflancılar ise henüz öldürülmüş Azerileri. Naziler diri diri yaktı ve öldürdü; Ermeniler ise önce öldürdü, sonra yaktı. O yüzden, kafaca Nazilerle Ermeni askerlerin arasında pek fazla fark olduğu söylenemez. Aradaki fark son nefestir; Naziler son nefesten önce, Gaflancılar ise son nefesten sonra yaktılar. İkisi de fırın kullandılar. İkisi de yaktılar. İkisi de özür dilemediler.
Bizler Gaflancıların tüm insanlıktan özür dilemesini beklerken, bir de baktık ki bizim bazı "aydınlarımız" bu Gaflancılardan özür dilemeye kalkıyorlar. Biz özürcülerimiz adına, insanlık adına utandık…
Şunu da hemen hatırlatalım ki, daha Ermenistan'ın toprak talepleri henüz bitmemiştir: Azerbaycan'dan Karabağ ve Batı Azerbaycan'ı, Türkiye'den Doğu Anadolu'yu, Gürcistan'dan Javakheti bölgesini, İran'dan kuzeybatı bölgesini, ve yine Azerbaycan'dan Nahçıvan bölgesini alıp "Büyük Ermenistan"i kurmak istemektedirler.
Gaflan, bu bakımdan, "Büyük Ermenistan" hayalinin en korkunç ve güncel sembolü haline gelmiştir.
Böylece Mosin'den Gaflan'a uzanan bu trajik çizgide, "Büyük Ermenistan" kurma ihtirasının hiç bir zaman sönmediğini, tam aksine, tekrar parladığını üzülerek gözlemlemekteyiz.
TÜRK ÖZÜRCÜLER İŞTE BU MOSİN-GAFLAN ZİNCİRİNİN SON HALKASIDIR
Bilerek ya da bilmeyerek, bazı Türk aydınları, garip bir yaklaşımla Ermenilerden özür dilemek için imza toplamaya kalkmaktadırlar. Düşünce ve ifade hürriyeti var; isteyen istediğinden herhangi bir nedenle özür dileyebilir. Ama şehitlerimizi, ölülerimizi yok sayarak, yukarıda açıkladığımız bu Mosin-Gaflan çizgisine hizmet ettiklerini göremeyerek, ya da önemsemeyerek, ve hepimizi ima ederek özür dileyemezler.
Yarın dünya basını "Türkiye'de bazı aydınlar özür diledi" yerine "Türkiye'de aydınlar özür diledi" gibi yanlış başlıklar atarlar ve kamuoyunu yanıltırlarsa, bu yalanların vicdanı sorumlusu bu imzacılar olur ki bu sorumluluktan yaşamları boyunca kaçamazlar (Aynı Franz Werfel'in ölüm döşeğinde yaptığı yanlışlıklar için özür dilemesi gibi.)
Mesele, Birinci Dünya Savaşı nedeniyle tüm ölülerden, tüm acı çeken insanlardan, kadın-erkek, yaşlı-genç, çoluk, çocuk, din, dil, milliyet, bölge ayırmadan özür dilemekse, bunda hiçbir sorun görmeyiz. Biz de böyle hümanist bir yaklaşıma veya açılıma imzalarımızı koyarız.
Ama amaç Türkiye'mizin elini zorlamak, dünya kamuoyu önünde Türkiye'mizi zor duruma sokmak,ve bu şekilde Mosin-Gaflan çizgizine hizmet etmekse, böyle bir şeyi kabul etmemiz asla mümkün olamaz.
İlle de özür dilemek istiyorlarsa, bu aydınlarımız kendi adlarına özür dileyebilirler. Örneğin, Türkiye'mizi dünya kamuoyu önünde sürekli hedef tahtasına çevirdikleri için, Türkiye'mize yardım ve hizmetleri dokunmadığı için, katma değer üretemedikleri, ya da tarihimizin mirasını har vurup harman savurdukları için, tüm Türkiye'den de özür dileyebilirler.
Ama en uygunu, Mosinlerin vurduğu Muhsin'lerden, Gaflanların yaktığı Aslan'lardan özür dilemeleri olur…
BEN DE ÖZÜR DİLEMİYORUM DİYORSANIZ, KAMPANYAYA DESTEK OLUN! OYUNUZU KULLANIN... Oy Kullanma Formu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder